TEKNE TURUYLA YUNANİSTAN’A GİDİŞ DÖNÜŞ
Sonunda bizim tekne diğer tekneyi geçti. Nedense hep bizim olur! Nereden bizim oluyorsa… Zafer çığlıkları atıyoruz. Yaz eğlenceleri koca koca yetişkinleri çocuklaştırıyor. Ne hoş değil mi? Çocuklaşmak, gerilimden kurtulmak… İşte tatil…
Samsun Dağları, Dilek Milli Parkı, kıyılar denizden bir başka güzel görünüyormuş. Kıyı şeridi Güzelçamlı’dan, Karina’ya tam 17 kilometre.
Her yer ağaç örtüsüyle kaplı. Bir kaya parçası, bir çıplak toprak yok. Görünmüyor. 900 metrenin üstü Karaçam, bu yükseltinin altı Kızılçam ormanları.
Derin vadiler kavisli, tatlı bir yuvarlaklıkla aşağı doğru kıvrılıyor. Vadi derinlikleri tüllerini kapatmış, flu görünüyor… Gizemli gibi… Vadilerde Kestane, Ihlamur ağaçları yoğun. Derin vadiler Selvilerle, dereler Doğa Çınarıyla kaplı. Görüntü muhteşem. Tekne Turuna katılmamak için direndim. İyi ki gelmişim. Mükemmel bir doğa şöleninin içindeyim.
Teknemiz bir hedefe doğru tam yol gidiyor. Kıyı şeridi, girintili çıkıntılı. Kimi
yerlerde kayaları sıyırıp geçiyoruz, kimi yerlerde kıyıdan bayağı uzaklaşıyoruz. Oysa, rotamız dümdüz. Şimdi, pruvamızı küçük bir koya çevirdik. Sonra, sancak alabandayla kıyıyı teğet geçtik. Pruvamız enginde, teknemizin makinesi durdu. Pupamız kıyıya, tornistan . Belli ki kıçtan kara yapacağız. Kıyıya az biraz kala durduk.
Teknenin güvertesinden, iki genç tayfa koşarak kendilerini balıklama denize attılar. Palamarları kaptıkları gibi kayalara bağladılar. Ardından kıç iskele denize vira edildi. Bu denizcilik terimleri de nerden çıktı diyenlerinizi duyar gibiyim. Bırakın canım, az biraz hava atalım, bir zamanlar denizciydim. Usta gemiciyim ben, hem de kıyı kaptanıyım.
Turcuların mayoları hazırmış. Kadın, erkek, çocuk şortlarını sıyırıp aynen denize. Denizin yüzü, denizi özlemiş insanlarla doldu. Kulaç atmıyorlar, adeta denizi içlerine dolduruyorlar. Kıyı iri çakıllı. Deniz berrak, akvaryum gibi. Orman denizle nerdeyse birleşecek . Turcular ısrarla denizden çıkarıldı. Kıç iskele mayna, genç tayfa palamarları boş bıraktı, yüzerek tekneye geldi. Balık gibiler, tenleri simsiyah, güneş vurdukça ıslak bedenleri parlıyor.
Ufukta yolumuzu kapayan bir kara var. Yoksa, Sisam’a kara sınırımızla mı bağlıyız? Sisam ada değil miydi? Reis’e sordum. Orası küçük bir adaymış.
Reis’imiz günümüze uyarlanmış korsan gibi. Başında bandana, altta bir şort. Kara kuru, genç bir oğlan. Ben altta oturuyordum, üst güverte de eğlence gırla.
Bir de DJ var. Basbayağı müzik yapıyor. Yerliler, yabancılar hep birlikte vur patlasın, çal oynasın. İki tane garip davranışlı, yaşı geçkin İngiliz erkeği var. Ne biçim erkeklerse! Yanlarında da gencecik, eğlenceyi seven birkaç kız var!
Üst güvertede eğlenen gençler çevreyi umursamıyorlar. Tekne yanaşınca hemen denize atıyorlar kendilerini. Hareket edince dans dans dans…
Bir süredir, alt güverteyi yanık yağ kokusu sarmıştı. Berbat. Karavana zamanıymış. Koca bir lenger kızartılmış balık koydular masaya. Yanına plastik leğen dolusu karma karışık yeşillik. Büyük pet şişede kola. Bolca doğranmış ekmek. Tabak, bardak, çatal hepsi plastik. Balığı tekneden avlanmış gibi yapıyorlar. Kıyıdan alınmış, şoklu, ucuz balık. Plastik takımı alan sıraya giriyor. Yabancılar kıtlıktan çıkmış gibi. En son ben aldım. Balık rezalet, kupkuru, bol tuzlu. Salatanın görüntüsü kötü, almadım. Kola zaten içmem. Bakkaldan aldıklarımız olmasaydı, aç kalmıştım. Tayfa bağırdı ‘’fazlasına’’… Herkes seğirtti. Fazlası kapış kapış gitti. Belli ki, insanlar kurt gibi acıkmış. Bunca yüzmeye, tepinmeye tabi acıkırlar.
Dilek Milli Parkı-Sisam arasının giderek daraldığını düşünüyordum. Oysa, daha da çok genişliyormuş. Milli Parkla Sisam arasını tekne ortaladıkça güzellik baş döndürüyor. Hangi yana baksam, şaşkınım! Sürekli denklanşöre basıyorum. Teknemizde bir de fotoğrafçı var. ‘’Foto foto, abla-abi hatıra, ister misin?’’ Hemen herkesin fotoğrafını çekti. Biz hariç. Benim gibi bir fotoğraf ustası varken. Ben neymişim! Denizci, fotoğrafçı. Durun bakalım, daha neler var ben de, neler!
Teknemiz denizin tam ortasındaki kara parçasına hızla yaklaşıyor. Milli Parkla Sisam’ın tam ortasında. Belirginleşmeye başladı. Küçük bir ada. Piramit gibi. Tepe noktasında gri, tek katlı, küçük bir yapı var. Hemen yanında, duygularımıza zirve yaptıran şanlı bayrağımız dalgalanıyor. Gizlemenin anlamı yok, gözümden birkaç damla yaş geldi. Adaya yaklaşırken önce kayalıklarla karşılaşıyoruz. Sıra sıra… Adayı sancağımıza aldık. İskelesi, kayıkhanesi var. Yaşanacak bütün teşkilat var. Yakın zamana kadar, adada jandarma varmış. Sınır nöbeti tutulurmuş. Teknoloji gelişince, jandarma adayı terk etmiş. Uzaktan kontrol ediliyormuş.
‘’Çıktık açık alınla on yılda her savaştan;/
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan./
Başta bütün dünyanın saydığı Başkumandan;/
Demir ağlarla ördük Ana yurdu dört baştan./
Türk'üz Cumhuriyet'in göğsümüz tunç siperi,/
Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri.’’
DJ en yüksek volumdan çalıyor.
Reis selen direğine bayrağımızı toka etti. Benim tam koptuğum an…
‘’ Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım./
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.’’
Adamızın adı ‘’Bayraklı Ada’’. Adamız sancağımızda , Sisam (Yunanistan) iskelemizde. Dönüşe geçtik. Sisam’ın küçük küçük sayfiye yerleşimlerini görüyoruz. Teknemiz biraz daha yaklaşıyor. Binalar netleşti. Çıplak gözle kıyıdaki insanları görüyoruz. Önceleri, daha çak yaklaşıyormuş tekneler. O zamanlar teknelere Yunan bayrağı çekmek zorunluymuş. Ben bu haliyle daha memnunum.
‘’ Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilal!/
Olsun artık dökülen kanların hepsi helal!’’
Bir süre daha Sisam kıyılarına paralel gidiyoruz. Şimdi, rotamız tam yol Türkiye. Milli Parkın bakir koylarından birinde son defa denize giriliyor. Yine aynı şamata. Belki, bir kısım tatilci önümüzdeki hafta, bir kısım tatilci önümüzdeki mevsim buradan Tekne Turuna çıkacaklar. Benim gibiler de, bir daha buradan Tekne Turu yapmayacaklar.


















Yorumlar
Yorum Gönder