İĞNEADA

Mert Gölü

Ormanlar, İğneada’nın hemen üst kenarında bitiyor. Gerçekte İğneada ormanla iç içe, orman çevrelemiş.Kasaba, yirmibeş otuz yıl önce bıraktığım sınırlar içinde kalmış. Ormana saldırmış, becerememiş. Orman inatla direnmiş. Kazanan orman olmuş. Ormandan bir iki parça tırtıklamış, önemsiz.


İğneada’nın sağ başından içeri, aşağıya doğru iniyoruz. Geldiğimiz yıllarda kaldığımız pansiyonu, Mert Gölü’nü, uzaktan longoz ormanlarını, uçsuz bucaksız kumsalı göreceğiz. Eski bir dosta gider gibiyiz. Sağımıza mezarlığı aldık, az aşağıya indik. Pansiyonumuz duruyor. Ciddi bir onarımdan geçmiş.


Bahçede yaşı geçkince yabancı bir kadın çimleri biçiyor. Sesleniyoruz. O da içeri sesleniyor, orta yaşın üstünde bir adam bozuk ve kıt Türkçesiyle bize yanıt veriyor. Türklere kapalıymış, Almanlar için yapmışlar. Biraz irdeledim, adamın aslında Türk olduğunu öğrendim. Dışarıdan İğneada için örnek bir işletme gibi duruyor. İçini de görüp fotoğraflamak ve tanıtmak istedik. Israrıma direndi, bizi içeri sokmadı. Kim olduğumu öğrenince ters çark etti. Bu kez de ben girmedim.  


Sazlıkların arasından bir Sakar Meke can havliyle havalandı. Belliki sesimizden ürktü. Şaşırtıcı ve enfes. Makinamı hazırlayıncaya kadar longoz ormanlarında kayboldu. Çekemedim, üzüldüm. Makinam açık, çok bekledim. O bir şanstı.
 
Göl kenarı çöplük yığınları, öbek öbek... Evsel atıklardan, kamyon lastiğine…  petler, inşaat molozları… Ne ararsanız! Biraz sonra konuştuğum çevre sakinleri sivrisinekten rahatsızlar. Ya çöpler… çok rahatsız değiller. Sivrisinek bu doğal yapının içinde tabii ki olacak…  
 
Bir dolu özellikleri ve güzellikleri olan Mert Gölü kıyıları minibüs hurdalarıyla doldurulmuş. Yazın kiraya veriliyormuş. Mert gölü ve minibüs hurdalarından oluşan pansiyonlar! Dünyada benzeri var mıdır? Bilmem, olabilir mi?
 
“Minibüs Camping”in  az ötesi sıradan evler. Sakinlerinin çoğu, İstanbul’un varoş semtlerinden gelme emekliler. Keşke izin verilmeseymiş. Dilerim yanlıştan dönülür. Az ileride yıllardır durup duran kamuya ait kamp.
 
 
İşte biz bu kumsallarda denize girerdik. Kilometrelerce, sonsuz kumsal. Kumsalı büyükbaşlarla paylaşırdık. Ormanda işkembelerini dolduran sığırlar  arkalarını denize verirler, çöker, geviş getirirlerdi. Bu ıssızlıkta denize girenlere eşlik ederlerdi.
 
Köye giriyoruz. Karşı yamaç hurdalık olmuş. Akıllarınca siteler yapmışlar, asri evler yapmışlar. Köy yok, okus pokus olmuş, yok olmuş… İstanbul vari yapılar hızla yükseliyor. Bu yapılarda kimler oturacaklar? Eğer yazlıkçılarsa, akıllarına şaşarım onların! Yerli halk oturacaksa, İğneada’nın bu kadar nüfusu var mı?
İğneada’yı yukarıdan aşağıya kesen ana caddeye çıkıyoruz. Cadde özgün yapısını yitirmiş. Bir çok yapı yükselmiş. Kimileri bitmiş, kimileri inşaat halinde. Vira çalışıyorlar. Azı dolmuş, çoğu boş. Tabii ki İğneada büyüyecek. Ama uzmanların ellerinde. Büyüme kasabanın  coğrafyasına, güzelliğine yakışmalı. Katma değer kazandırmalı.
 
İletişim : gezinotlari@yandex.com.tr
 
( 4.fotoğraf alıntıdır.)
 

 












Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ege’den Denize Bırakılmış Bir Çiçek / DATÇA

KARŞI TARAF – İSTANBUL

EFES (Ephesos) Antik Kenti IV