İĞNEADA…
LİMAN…
Beğendik
Köyünün meydanına geri döndük. Köylüler bıraktığımız gibi kahvedeler. Kimi
söyleşide, kimi oyunda… Hava sıcak, kimilerine de rehavet çökmüş, uyukluyorlar.
Aracımızı kahvenin önüne çektik. Birkaç basamakta kahvenin bahçesine çıktık.
Bahçenin üstü çardak, birkaç da ağaç var. Gölgeye sığındık. Selamlaştık, her
birinden tek tek karşılık aldık. Sıcak karşılandık. Bir masaya çöktük,
yorulmuşuz. Masadakilerin hepsi balıkçı. Köydekiler balıkçılık ya da
hayvancılık yaparlarmış. Hayvancılık değince akla sürüler gelmesin. Birkaç
manda veya inek. Sütünü falan satıyorlar. Tarla-tapan çok az, her yan orman. Avcılığa
merakları varmış. Şimdilerde avcılık bitmiş. Geyik, Karaca avlarlarmış. İki yıl
üst üste deniz palamut, torik yapmış. Memnunlar… Sordum, Marmara balık yasağına yorumluyorlar.
Artık, 10 metreden büyük tekneler balığa çıkamayacaklarmış. Balıkçılar Bulgar
sahil güvenliğinden korkuyorlar. Karasularına en ufak bir tecavüzde çok
acımasız oluyorlarmış. Limanın kumsalı öldürdüğünü iddia ediyorlar. Şimdi de
Beğendik Köyü limanı yapılıyormuş. Ağır taşıtlar yolu çok bozduğu için liman
inşaatına inememiştik. Aslında, liman dedikleri balıkçı barınağı.
Köylülerle
vedalaştık, yönümüzü limana çevirdik.
Aradan
kestirme yollar var. Biz geldiğimiz yolu tercih ettik. Dinlendirici, güzel bir
orman yolu. Yavaş yavaş İğneada-Liman yoluna çıktık. Sola limana yöneldik. Liman
geçtiğimiz yıllarda bıraktığımız gibi, bakımsız. Köpeklerin özgürlük alanı.
Sona gittik, yol bitti, güzel bir plaj var. Adını Saklı Plaj koyduk.
Önceleri
limanda soğukhava kabinleri vardı. Balıklar buralarda biriktirilirdi. Balık
kabzımalları dışarı bir tane bile balık satmazlardı. Hepsi İstanbul’a giderdi.
Şimdi, frigorifik kamyonlar tekneleri hazırda
bekliyorlarmış.
Limanda denize yakıt satan bir petrol
istasyonu var. Balık yasağından olacak, büyük balıkçı teknelerini göremedik.
Limanın
yukarısında görülen sıra sıra evler, ilk gelişlerimizden beri dikkatimizi
çekiyordu. Bu kez sıra evleri göreceğiz. Arkası orman, önü deniz… Harika ötesi…
Kışın, sıcak odadan çıldıran Karadeniz’i izlemek gerçekten doyumsuz keyifler
verir. Her nedense yazlıklarda kışı yaşamak birçoğumuzun hoşuna gitmez..
Mendirekte
Sahil Güvenlik botu bağlı. Karada karargâhları var. Lumborağzına (nizamiye) kadar gittim. Böyle bir
yerde görev değil, tatil yapılır. Limandan yukarıya çıkan yol ortada, daha önce
niçin görmedik. Biraz dik ve dar.
O da ne..!?
Önceki gelişlerimizde de gördüğümüz, hayran olduğumuz villaların arkası,
düşündüğümüz gibi orman değilmiş! Şaşırdık, öylece kaldık. Karmakarışık,
sıradan, adeta kartondan yapılmış, zevksiz, sözde yazlık mahalleleri var.
Kocaman, karmakarışık. Üstelik berbat lağım kokuları cabası. Yazık… Bu
güzellikleri bir takım insanlar zevksiz biçimde nasıl kullanıyorlar. Kim izin
veriyor. İçim sızladı.
Dekor bol.
Dur diyen yok. Dilediğin gibi kullan. Manzaranın en güzel yerinde bu salaş,
sözde lokantaların işi ne? Biri Liman restaurant, biri Dalboyu… Dalboyun’da,
manzaranın hatırına bir şeyler yedik-içtik. Zorundayız ya… Yiyecekleri bir
kadın yapıyor. Temiz, fena değil. Manzara şahane, esiyor, serin. Bir balıkçıyla
tanıştık. O da müşteri. İğneada’yı iyi biliyor.
“Burayı
neden kazmışlar.”
“Limana
malzeme almışlar. Orada kare şeklinde bir kale varmış. Yıkmışlar.”
“Kalenin
tarihi bir değeri yok muydu?”
“Olmaz mı!
Bizans kalesiymiş. Temelinden de hazine çıkmış. Aynı kalenin benzeri, Sislioba
Köyünde de varmış.”
10 Haziran 2013 Pazartesi










Yorumlar
Yorum Gönder