GÖKOVA

 Yanlızsan gel denizle dertleş..
Derdine iyi gelmeyen bir insan bilmiyorum !
Tüm çığlıklar, haykırışlar ve yakarışlar burda..
Bilin istedim.”

bir gezgin


Datça’dan dönüyoruz. Marmaris’ten, Muğla’ya Aydın’a, sonrasında Kuşadası’na... Dalamandan gelen yolla birleştik, Sakar Geçidine tırmanıyoruz. Hava sıcak, çok sıcak… Zorlu bir rampa tırmanışı var önümüzde... 1000 metrelik Sakar Dağı tırmanışı.… Üstelik virajları bol…  İnişi sürücüye zor, tırmanışı araca zor gelir” demiş gezgin… Muğla’dan gelişte, Sakar Dağından aşağıya devrelince, manzaranın en güzeli küt diye tüm haşmetiyle karşınıza çıkar. Sürücü dışında, araçta bulunanlara manzara doyumsuzdur. Sürücünün işi zor, manzaraya dalsa virajlar kaza nedeni olur. Virajın birinden çıkılıyor, diğerine giriliyor. Bir gezgin Sakar Geçidi  virajlarına “Virajlarına ölürüm…” demiş. Ölme kardeşim, ölme de bu güzelliği hep yaşa… Datça’dan buraya doğa bize cömert davrandı. Sakar Dağı zirvesinden Muğla’ya dönünce tatil bitiyor. Bir tatilci tatile gidişin heyecanını, dönüşün hüznünü Sakar Geçidi’ne uyarlamış… “Burdan inmek mutluluk, çıkmak ise hüzün demek benim için…” demiş.
 
Sakar Dağı rampası yer yer geniş tutulmuş, seyir terasları yapılmış. Datça’ya giderken manzaraya en hakim seyir terasında durmuştuk. Tam viraj ağzında… Sakıncalı olmasına aldırmadan durduk. Seyir alanlarına her yerde olduğu gibi, seyyarlar konuşlanmış. Karı-koca, ediyle-büdü iki ihtiyar kömür ateşinde çay demliyorlar.
-“Dayı taze çayın var mı?”
-“Yok. Bizde çaylar ‘bayat’ olur.”
-“ !!! “
-“Görmüyonmu… Aha bak orada ‘Bayat’ yazıyyo.”
İhtiyar, koca tabelayı duvara dayamış, iri iri “BAYAT” yazdırmış.
-“Kadın tezeleri, çek bakem şunlara iki bayat çay.”
İhtiyar dolu dolu, üstelik şakacı… Çay, ömrümce içtiğim birkaç güzel çaydan biriydi. İki-üç çaydan sonra, saldık arabamızı Gökova düzüne…

Dönüşte, Sakar Geçidi çıkışında bayağı geniş bir  seyir terasında durduk. Bizim ihtiyar solumuzda kalmıştı. Orta bariyerler ihtiyarın “Bayat” çayını içmemizi engelledi. Şimdi durduğumuz yerde bir satıcı, İstanbul’da-İzmir’de bolca bulunan koca koca bibloları alana doldurmuş. Tahtakale işi hepsi…  Alanın yanıbaşına hemencecik bir minibüs kasası yerleştirivermiş. Geleceğin “et mangalının” temellerini atmış..! Çayı ihtiyarınki kadar değil ama, fena da değil. Çay fiyatı ihtiyardan elli kuruş daha fazla. Taktı mı takıyorum..! Lafı fazla uzattık değil mi?  


Yamaçlara, Akyaka Köyüne, Gökova Körfezine kuşbakışı bakıyoruz. Gökova puslu görünüyor. Daha önceleri de Sakar’ı inmiştik, Gökova hep sis perdesiyle örtülü olurdu. Datça’ya giderken Gökova nemin altına gizlenmişti. Dönüyoruz, aynı..! Oysa, fotoğraf çekimini dönüşe bırakmıştık, yine olmadı ! Çaresiz çekeceğiz.

Gökova Körfezi, Kerme Körfezi ya da İstanköy Körfezi olarak da anılıyor. Antik çağda körfez Kerameikos adını taşıyormuş. Gökova Körfezi “tektonik” hareketler sonunda oluşmuş. Azmak Suyu, Akyaka Köyü, bölgedeki bükler ve Gökova Ovası’nın hepsine birden Gökova deniyor. Gökova Ula ilçesine dahil. Körfezin içinde onbir ada var. Her birinin yüzölçümü 1 km2 kadar. Yalnız Karaada 9 km2 civarında. Adaların en ünlüsü Sedir Adası. Ada eskiden Sideyri adıyla anılırmış.

Sedir Adasına çok önceleri, bizim gittiğimiz yıllarda kiralanan balıkçı tekneleriyle gidilirdi. Balıkçıların henüz gezginleri götürme alışkanlığı olmadığı o dönemlerde, balıkçılar adaya gitmelere bir anlam veremezlerdi. Balıkçılar balık satmanın peşinde olurlardı. İlk gittiğimizde sabırsızlanmıştık. Boru değil, antik çağlarda Kleopatra bu adada yüzmüştü. Hatta göz kapaklarına adanın kumunu sürmüş ve pırıl pırıl parladığını görmüş. Süslü Kleopatra sevinçten kimbilir  ne hallere girmiştir..! Akdeniz’in ve Türkiye kıyılarının hemen hepsini gezdik, her yerde bir Kleopatra izi var. Ne kadınmış ama..! Bu nedenle adaya yaygın olarak Kleopatra Adası deniliyor. Kültür Bakanlığı Sedir Adasına özenle bakıyor. Kumların adadan çıkmasına izin verilmiyor. Anı olarak almak, erkeklerin eşlerine armağan olarak götürmeleri yasak.

Sedir Adasında Kedrae antik kentinin kalıntıları var. Kalıntılardan tiyatro, günümüze biraz iyi durumda ulaşmış.  Kedrai antik kenti Karia birliğine dahilmiş. Adada bolca sedir ağacı varmış. Tabi ovada da… Sedir kerestesi antik çağlardan beri gemi yapımında kullanıla kullanıla tükenmiş. Şimdilerde ada makiliklerle, Çam ve Zeytin ağaçlarıyla kaplı.

Marmaris’ten ayrılırken,  aklımızda Sedir Adası yoktu. Birden karar verdik ve Marmaris merkezinden 22 kilometre sonra sola dönüverdik. Bunaltıcı bir vadinin sonunda Gelibolu (Çamlı) Köyüne ulaştık. Köyden adaya düzenli çalışan teknelerle geçiliyor. Bu gidişimizde adaya geçmedik. Deniz çırpıntılıydı ve zamanımız da yoktu. Belki bir şeyler yeriz umuduyla acele geri döndük. Vadi boyunca lagün kıyılarında, ulu ağaçların gölgesinde onlarca restaurant var. Hepsi temiz, hepsi şık. Akşam servisine hazırlanıyorlar. Karnımız aç ayrılıyoruz.

Seyir terasından bakıldığında, yamacın sağ kenarında Akyaka Köyü tüm kalabalık yapı görkemiyle durup duruyor. Bir zamanlar doğanın koynuna gizlenmişti. Sakin bir balıkçı köyüydü. Balıkçılar mütevazi tekneleriyle denizden nafakalarını çıkarırlardı. Dere Akyaka’nın doğasına güzelliğini katardı. Şimdilerde öyle mi ya..! Eski Akyaka fotoğraflarda, muhabbetlerde kaldı. Tatilciler bir yamyam iştahıyla saldırdılar… Ormanları yok ettiler. Akyaka betonlaştı, doğasını yitirdi. Şöyle bir avaz içine girmeyi bile düşünmedik, pas geçtik. Buraların eski hallerini görmüş olanları,  yeni halleri kahrediyor. Ulu Kızılderili Şefinin dediklerini birileri anlayıncaya kadar bekleyeceğiz;
Son ırmak kuruduğunda, son ağaç kesildiğinde, son balık tutulduğunda, beyaz adam paranın yenmeyecek bir şey olduğunu anlayacak.”





 Sakar rampasının aşağılarında, çıkışta solda kalan bir benzin istasyonu ve arkasında muhtemelen konaklama tesisleri var. Yamaçta son derece zevkli, doğaya uyumlu villalar sahiplerine Gökova’nın güzelliklerini sunuyorlar. Arazi uygun olmadığından olsa gerek sayıları sınırlı. Gökova düzünün  arkalarına doğru yerleşimler var. Köyler mi, mahalleler mi? Muğla büyük şehir olunca, bütün köyler mahalle oldu ya… Muğla merkezin gücü buralara yetmiyor. En temel ihtiyaçlar bile yeteri kadar karşılanamıyor. Özellikle çöp toplama yetersiz.


Gökova gibi “doğa mabetinin” kıyısına, Türkevler köyü ile Ören beldesi arasına, ünlü Karia Yolu üzerine Kemerköy Termik Santralini konduruvermişler. Hiç acımadan, vicdanları sızlamadan… Bacasız, tertemiz, pırıl pırıl turizm hiçe sayılarak…  Santralın bacası doğa üstünde yıkımını sürdürürken, adamlar iş başarmış gibi babalanıyorlar. Yetkiyi gasp etmişler, bizler de umursamaz kalmışız, olan olmuş…

Hala açız… Canımızı bir Muğla’ya atabilsek… Muğla iyidir, temizdir… Derli toplu, asil, geçmişi onurlu bir kentimizdir. Muğla giderek gelişiyor. Planlı ve ayağı yere basarak…




Çarşıda güzel lokantalar vardı. O lokantalara ulaşmak istiyorum. Araç giremez, sağa dönülmez, sola dönülmez..! Sokaklar da daraltılmış..! Park yeri hakbile… Eee… Bir umut Muğla’ya geldik, her şey var biz ulaşamıyoruz. Çaresiz meydana dönüyoruz. Tesadüfen bulduğumuz, arabamızın burnunun girebileceği kadar yere park edip kaçıyoruz. Girdiğimiz kafede karın doyuracak tek çeşit kumpir var. Ne umduk, ne bulduk !  Sözde ağız tadıyla, keyifle yemek yiyecektik. Bir acele atıştırdık ve Aydın’a kıvırdık direksiyonu. Gelirken Milas, Yatağan üstünden gelmiştik. Dönüşümüz Aydın, Germencik yönünden olacak. Bir süre de Kuşadası’nda kalacağız.

16 Haziran 2014 Pazartesi Gökova’dan geçtik.

 

(1.-2.-3.-4.-5.-11.-13.-15.-16.-17. fotoğraflar alıntıdır.)

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ege’den Denize Bırakılmış Bir Çiçek / DATÇA

KARŞI TARAF – İSTANBUL

EFES (Ephesos) Antik Kenti IV